Ran: Samuray Kültürü ve Zen Budizm Bakışından

 ÖZET ve AMAÇ 

Ran filmi, çoğul Kral Lear uyarlaması olarak bilinir ve bunun üzerinden değerlendirilir. Bu çalışmadaki amacım: Japonya'nın orta çağ dönemi itibariyle bir savaş lordunun dünyasından, Budizm etkisindeki samuray kültüründen ve ülkenin tarihsel sürecinden esere farklı bir pencereden bakış açmaktır.

Akira KUROSAWA 

Akiro Kurusawa (1910-1998) geçtiğimiz yüz yılın büyük yönetmenlerinden biridir. Çalışmalarında yöneldiği alan insan üzerinden insanlığın yaşamdaki yolculuğu ve değer çatışmalarının biçimlediği insan ve olaylar karşısındaki dönüşümü olarak özetlenebilir. Kurosawa'nın çocukluğunun geçtiği dönem Japonya'nın kültürel anlamda değişime uğradığı, geleneksel olanla batılı olanın yüzleştiği bir döneme tekabül eder. Kurosawa geleneksel ölçülerde bir yandan Ken Do (Kılıç) eğitimi alırken bir yandan da okulunda özellikle resim öğretmenin etkisi altında batı sanatıyla tanışıyordu. Kurosawa'nın¹ resim çalışmalarında özellikle Fovizm etkisi görünür. Fovizm 1898-1908 yılları arasında Fransa'da gelişen bir sanat akımıdır. Çiğ renklerin bağırır bir etki ile kullanması akımın temel özelliğidir.² Özellikle bu etkiyi filmleri için hazırlamış olduğu Hikaye Çizimlerinde (StoryBoard) görebiliriz. Kurosawa' yı tümüyle anlatmak yerine RAN filminin okunmasında ve üzerindeki tarih etkisinin ortaya çıkarılmasında yönetmenin hayatındaki belli noktalara parmak basmak daha doğru olacaktır.

1968-1977 yıllar Kurosawa'nın bunalımlı yılları olarak geçmektedir. TORA! TORA! TORA! Filminde yaşadığı hüsran, yapımcı firmanın anlaşmalara uymaması ve özellikle Hollywood tarafının Kurosawa'nın çalışma stiline uyum sağlayamaması durumu işin içinden çıkılmaz bir hale sürüklemiştir. Onun girdiği bunalımı atlamasını isteyen arkadaşları 4 Şövalyeler adında bir yönetmenler birliği kurarak film çekme amacı ile bir araya gelmişler ve çekilecek ilk filmde sırayı Kurosawa'ya vermişlerdir. Maliyetlerin yüksekliği ve psikolojik çöküntü Kurosawa'yı daha da umutsuz bir duruma sürüklemiştir.

Kurosawa bileklerini ve boğazını keserek intihar girişiminde bulunur. Yönetmenin umutsuzluğu hakkında bu durum net bir bilgi oluşturmaktadır. George Lucas ve Coppola 'nın desteği ile bu bunalım sürecini 1977 yılında Kurosawa Kagemusha ile atlatacaktır. Enteresan olan bilgi ise daha önce işten çıktığı ya da çıkarıldığı 20th Century Fox şirketi yapımcı pozisyondadır. Lucas ve Coppola'nın bunda etkisi büyüktür. 

Kurosawa, 1955 yılında Akademi Onur Ödülü, AsianWeek Yılın Asyalısı, CNN Son yüzyılda Asya'nın gelişimine katkı sağlayan 5 insandan biri ödül ve tanımlamalarıyla onurlandırılmıştır. Yaşadığı dönem itibari ile kültürler ve zamanlar üstü bir üslup kazanacaktır. Ne yazık ki bu durum yer yer istenmeyen bir yalnızlığa sebebiyet vermekle birlikte ona "Sinemanın İmparator'u" unvanını kazandırmıştır. 

¹ Kurbağa Yağı Satıcısı – Kurosawa – Çeviri : Deniz Egemen – Gora Kitapları 

² http://tr.wikipedia.org/wiki/Fovizm

RAN'a Giden YOL

 Kurosawa ustalık döneminde insanlığın serüvenine dair karamsar duygulara kapıldığı bir süreç içindeyken ortaçap samuray dönemine ait bir hikaye üzerinde çalışmaktadır. Diğer bir taraftan anlatmak istediklerine Shakespeare'in Kral Lear eseri cevap vermektedir. Kral Lear eserinde yaşlanan bir baba ve üç kızının otorite değişimiyle gelen serüvenleri anlatılır. Karakterler eserin başında hayatlarındaki bulundukları noktalardan en dip noktalara kadar inerler. Bu bir nevi hayatın sınavıdır. Kişisel görüş itibari ile Saray soylu bir bakış açısının Kurosawa'nın elinde bir insanlık hikayesine dönüşmesi ustalığın gerçek bir ölçütüdür. 

Kurosawa, Kral Lear'ın bir uyarlamasını yaparken kendi topraklarının doğasını ve kültürünü bütünüyle kullanmıştır. Ran filminde adı geçen savaş lordu Hidetora asıl öz hikayesi ile 15. yüzyılda yaşayan savaş lordu Motonari Mori'dir.³ Kral Lear'da ki 3 kızın yerini 3 oğul almaktadır. Aynı zamanda filmde geçen 3 ok kırılmaz hikayesi aslen Motonori Mori'ye ait olduğu varsayılıp halen Japonya'da okullarda okutulmaktadır.⁴

³ PRODUCTION NOTES Michael Jack 2010 – Rialto Pictures LLC 

⁴ http://en.wikipedia.org/wiki/M%C5%8Dri_Motonari

JAPONYA, 16. YÜZYIL 

Japonya toprak itibari ile adalar sisteminden oluşmuştur. Tarıma uygun toprakların azlığı dolayısıyla geçim sıkıntısı bir yaşam savaşına dönüşmüş, bu süreç ülkeyi uzun iç savaşlara sürüklemiştir. İç savaş dönemi 1158 yılında başlamaktadır. 1192 yıllarında Shogunluk dönemi 7 yüzyıl süren bir eş hükümranlık olarak boy gösterecektir. 13 yüzyılda Japonya Moğolların istilasına uğrar. Bu istilayı iki defa deneyen Moğollar ikisinde de hüsrana uğramışlardır. Krallık veya Oligarşi ile yönetilen yapılarda savaşçılar savaş ganimetlerini paylaşarak yaşarlar ve savaşa girme sebepleri de budur. Moğol istilasını fırtına gibi doğal olay yardımı ile iki defa atlatan ve başarı kazanan savaşçıların ne yazık ki ellerinde paylaşacakları bir ganimet bulunmamaktadır. Bu memnuniyetsiz durum, derebeylikler arası savaşlara dönüşecektir.⁵ İç savaş süresince, ilk başlarda polis olarak düşünebileceğimiz samuraylar, zaman içinde kendileri içinde savaşan sanatçılara dönüşecektir.

Japon din kültürüne Zen Budizm'i hakimdir. Bunun temel sebeplerinden biri olarak dönemin ölüm kavramında yatmaktadır diyebiliriz. Nüfusun %80'ini oluşturan çiftçiler ağır vergi yükü altında ezilirlerken açlıkla burun buruna yaşıyorlardı. Samurayların huzurunda saygısızlık yüzünden öldürülmeleri her an mümkündü. Diğer taraftan samurayın yolu ölümdedir, iş bu noktaya geldiğinde Samuray için sadece hızlı ölüm seçeneği vardır.⁶ Toplumun ölüme bu kadar yakın olması Budizm'e olan ilgiye körüklemiştir.⁷

⁵ JAPON SAVAŞ SANATI – THOMAS CLEARY – ANAHTAR KİTAPLAR 

⁶ HAGAKURE – The Book of Samurai – Yamamoto Tsunetomo 17. yy yazması S23 

⁷ J.S.S. S37

SAMURAY KÜLTÜRÜ 

Samuray'ın yolu BUSHIDO olarak özetlenir. Cesaret, Sadakat, Onur ve Özgüven vazgeçilmez temel unsurlardır. Tsunemoto, ölümle, bir samurayın efendisi için gerçekleştirebileceği en büyük eylem olarak ilgilenir.⁸ Bu sadakat kelimesinin karşılığını bize verme konusunda gayet şiddetli bir örnektir ki 17. yüzyılda kadar Samuraylar efendilerinin ölümünden sonra seppuku yaparak kendi hayatlarına son vermekteydiler. Samurayın hayata bakışını şu şekilde özetleyebiliriz: “Eğer kişi kalbine, her sabah ve akşam doğru biçimi vererek, bedeni zaten ölmüş gibi yaşayabiliyorsa, YOLDA özgürlük kazanır.”⁹ Cesaret kavramını o dönemde karşılayacak cümleyi yine HAGAKURE (S23) kitabından şu şekilde verebiliriz. “Erkeğin cesaretinin azalmış olduğunun başka bir delili de, kafa kesmede iyi olan çok az erkeğin bulunmasıdır.” Samurayın hayatı keskin hatlarla belli olmuş ve kendini sürekli efendisine adayan, sanatında kendini geliştiren, felsefi yönden dolu bir yaşam biçimidir. 

Samurayların en önemli silahı kılıçtır ve her samurayın iki kılıcı bulunur. Bu kılıçlardan biri küçüktür, gerekmedikçe kınından çıkartılmaz. Özellikle samurayın hayatına son vermesi gerektiği durumlarda (Seppuku) kullanılır. Büyük kılıç oturma ve yatma durumlarında korkuluklarına konurken küçük kılıç hep samurayla beraberdir. Kılıç üretimi Japonya'da ayrı bir sanattır. Samuray kılıcı hem esnek hem de dayanıklı olmasıyla hem Arap kılıçlarından hem de Avrupa kılıçlarından daha üstün özelliklere sahiptirler. Keskinlik dereceleri rahatlıkla bir adamı ikiye ayırması olarak gösterilebilir. Kılıçları üreten ayrı aileler vardır. Samuraylar ve halk onlara büyücü zanaatkârlar gözüyle bakar.

⁸ HAGAKURE S22 

⁹ HAGAKURE S23

SAMURAY KÜLTÜRÜ ve ZEN BUDİZM AÇISINDAN RAN'A BİR BAKIŞ


Film geniş bir otlak alanda, sanki deniz dalgalarının yeşile boyandığı büyük bir okyanusun içinde küçücük kalan insan figürleri ile açılmaktadır. Yeşil renk Budizm'in kutsal rengidir. Denge, uyum, enerji ve gençlik gibi tanımlamalarla kullanılır. ¹⁰
 Bu planda: Doğanın kutsallığı karşısında, insanın amansız küçüklüğü gözler önüne serilmiştir. Bununla beraber insansızda devam eden bir dengeye ve gizli kalmış, unutulmuş bir güce de gönderme yapılmaktadır.


Geniş çayırlık alanda domuz avı yapılmaktadır. Koşuşan domuzlarla birlikte bir yaban domuzu, üstteki karede olduğu gibi net olarak bize gösterilir. Yaban domuzunu farklı açılardan okunabilir. 

 Budizm açısından insan karmasının içine hapsolmasına sebebiyet veren 3 temel zehir bulunmaktadır. Bu 3 zehir farklı hayvan figürleri ile temsil edilmektedir. Yılan, kuş ve yaban domuzu ile temsil edilen bu zehirler kişinin aydınlanmaya giden yolunu engelleyen unsurlardır. Aşağıdaki Budist çalışmada 3 temel zehir simgeleri gösterilmektedir. 


Yaşam çarkının üzerinde gösterilen bu hayvanlar: Cahillik, bağımlılık, nefret gibi Türkçeye çevrilebilen bu zehirlere geniş anlamında: Hırs, arzu ve aç gözlülüğü de eklemek gerekir. Diğer bir taraftan aç gözlü insanların dünyaya yeniden gelişlerinde domuz olarak vücut bulacaklarına dair bir inanıştır. 



Filmde konusu geçen iktidar hırsının, toprağa sahip çıkma isteminin bir domuzun öldürülmesi ile enteresan bir bağı daha kurulabilir. Budizm tanrılarından biri olan VARAHİ domuz başlı insan vücutlu bir tanrıdır. VARAHA'nın eşi, dişi yanı olan Varahi vatan kabul edilen toprağı bütün olarak koruyan, korunmasına yardımcı olan tanrıdır. Domuzun Varahi'yi temsil ettiğini düşünürsek iktidar hırsları sebebiyle çıkacak bir iç savaşın habercisi olması söz konusudur.


Filmin av sahnesinde at üstünde Hidetora'ya yapılan yakın çekimde bir ok ve yay kullanarak domuzu vurmaya çalıştığı gösterilmektedir. Ok ve Yay budizm için kutsal araçlardır ve Badhi ağacından yapıldığına inanılır. Badhi ağacı Budha'nın altında aydınladığı ağaçtır. Ok ve Yay hikayeleri Budist sorularla öğretim külliyetında önemli bir yer tutar. Hedefin kişinin kendisi olduğu hikayeler aydınlanmanın nasıl bir mertebe olduğu üzerine bize bilgi sunmaktadır. Hidetora'nın avı ıskaladığı sahnenin anlatımında bu kutsallığın ne kadar uzağında durduğu gözlerinin yaşına rağmen gerçeklere ne kadar kapalı olduğu gösterilmiştir. Ok ve Yay içerek küçük bir zen budist cümleleri açıklayıcı olacaktır.

¹⁰ http://www.religionfacts.com/buddhism/symbols/color.htm

Görünmez Hedef ¹¹ 

Üstad Kenzo Awa: Ok atmanın esas amacının nişan almadan, başarma arzusu olmadan serbest bırakmak olduğunu söyler. Sadece bendeki bir şeyin bunu yapmasına izin verdiğim için oldu. Bu 'ŞEY' de okların hedefte buluşmasını sağladı. Bu bir okla tüm sürüyü vuracağını iddia eden bir keşişin ok kullanan avcı ile hikayesidir. Hiç ıskalamayıncaya kadar oku kendinize atmayı öğrenin der keşiş. Bu çözülmez bilmece karşısında aniden aydınlanıp Satori'ye¹² ulaşan avcı, yaşlı rahibin yanında kalarak kendi kalbine nişan almayı öğrenmeye başladı.

Yukarıda ki cümleler örnek alınacak olursa Hidetora'nın uyanıştan ne kadar uzak olduğu gözler önüne serilmektedir. 16. yüzyılda geçen RAN'ın öyküsü için bir yüzyıl sonra yazılan samuray'ın el kitabı HAGAKURE'nin girişinde yazar tarafından samurayların artık kültürden ve samuray yolunu anlamaktan çok uzak oldukları şikayeti yapılmaktır. 


Av sonrası yemek sahnesinde Hidetora ve oğulları görünmektedir. Burada giysilerin özenli seçilmiş olduğu bellidir. Kullanılan kostümlerin Budizm açısından açılımlarını yapmak gerekir. 

 Sarı Renk: Güneşi, imparatorluğu, kökleşmeyi ve toprağı sembolize eder. En büyük çocuk Taro'nun kostüm rengidir. 

 Kırmızı Renk: Filmi göz önüne aldığımızda Budizm açısından kan ve ateşi simgelediğini söyleyebiliriz. Jiro'nun kostümüdür.

Mavi Renk: Saburo'nun kostümüdür. Saflık, iyileşme, sonsuzluk ve bilgelik olarak özetlenebilir.

Hidetora'nın kostüm rengi beyazdır. Beyaz renk: gerçekliğin bilgeliğindeki cahilce oyun olarak söylenebilir. Film ile iyi bir şekilde örtüşmektedir. Kendini deneyimli ve bilge gören Hidetora'nın gelişen olaylar karşısında şaşkınlık ve cehaleti bu duruma denk düşmektedir


Hidetora'nın klanının simgesi güneşi alttan saran hilal şeklinde aydır. Motonori Mori'nin klanının simgesi ise bir çizgi ve güneşi temsil eden üç noktadan ibarettir. Simgedeki güneş sembolü gücü betimler. Güneş aynı zamanda erkek olandır, dişi yan ise ay ile betimlenir. Güneşi içine alan bir hilalin filmin ilerisinde Leydi Kaede’nin hırsları doğrultusunda gelişecek olayların sanki bir özetidir.

Yukarıdaki planda Hidetora yemeğin ağırlığından istemsizce ya da oğlu Saburo'nun edepsizliğinden kaynaklı utancının örtmek istercesine bilinçlice bir uykuya dalar. Uykuya dalış şekli motif olarak değerlendirildiğinde bize başka bir figürü hatırlatmaktadır.

Ellerin duruşları, başın hafif eğikliği hemen hemen aynıdır. Eksik olan tek şey ağaçtır. O da birazdan Oğul Saburo tarafından dikilecektir. Böylelikle Budha'nın aydınlandığı anın gösterimi Hidetora'nın belki de gerçeklerle yüzleşeceği bir rüyanın başlangıcı olarak bize sunulmaktadır.¹³



Saburo'nun gölge amacı ile dalları koyduğu plan. 

Hidetora gördüğü bir kabus ile uyanır, korkmuştur ve bir toplantı yapar. Bu toplantıda artık emekli olduğunu varisinin büyük oğlu Taru olduğunu açıklar. Üç ok hikayesi tam burada geçmektedir. Saburo bunu adaletli bulmaz ve babası tarafından kovulur. 

Taru'nun eşi Leydi Kaede hiç bir şekilde kendine sunulan hükümranlığı yeterli görmez. Aslında Japonya’da dönem itibariyle iyi ilişkiler geliştirmek isteyen, arkasına güç katmak ve güçlülerin yanında olmak isteyen klanlar birbirleriyle kız alıp verirlerdi. Böylelikle de aralarında bir kan bağı kurarak dokunulmazlık elde ediyorlardı. Kaede de daha önce Hidetora tarafından yenilmiş bir savaş lordunun kızıdır ve Hidetora’ya karşı dinmez bir öfke barındırmaktadır.

Shakespeare’in Kral Lear’ından farklı olarak, Kurosawa’nın uyarlamasında bir ana karakter daha vardır. Bu da Leydi Kaede'dir. Bu noktada Kurasawa'nın Budizm'in 3 temel zehrini her bir karaktere vermek istediğini düşündüğümüzde bir tanesi boşlukta kalıyordu. Bu yüzden Kral Lear'dan bir fazla karaktere ihtiyaç vardı. Taru açgözlülüğü, Jiro arzuyu ve Kaede'nin, hırsı temsil ettiğini söyleyebiliriz. Böylelikle insanın ya da Kurosawa'ya göre insanlığın önündeki aydınlanmayı engelleyen 3 temel ortaya çıkmış oluyordu.

Film boyunca kararan bir renk yığınıyla bulutlar küçük insanları izlemektedir. Bu belki de Kurosawa'nın dünyasında tanrıların insanlara bakışını temsil etmektedir. 

Üç kardeşin anlaşamaması ve Kaede’nin oyunları Hidetora’yı oradan oraya sürükler. Saburo'nun terk ettiği 3. kalede bir savaş baş gösterecektir. 6 dakikaya yakın süren bu sahnede hiç bir ses efekti kullanılmayarak etki üst düzeye çıkarılmıştır. Japon kültürü açısından bu sahnede okunacak fazlaca gösterge vardır. 

Öncelikle Hidetora'nın klanına ait ikon artık bölünmüştür. Taru güneş simgesini, Jiro ay simgesini almıştır. Saburo ise sadece mavi bayrağı kullanmaktadır. Jiro'nun ay simgesini alması -ki aynı zamanda dişi sembolüdür- leydi Kaede'nin etkisi altında kalacağının da bir göstergesi olacaktır. 

Hidetora 3. kalede iken ansızın başlayan savaşın ortasında kalır. 

6 dakikaya yakın süren savaş sahnesinde: Kalenin işgali, Hidetora'nın samuraylarının, kadınlarının öldürülüşü gözler önüne serilir. Tüm olan biteni korku dolu gözlerle izlemektedir Hidetora. Müziğin baskın bir etki ile sunduğu bu sahne bir tüfek atışı ile sonlanır. Tüfek Portekizliler tarafından Japonya'ya getirilmiştir, bununla beraber tahmin edilebileceği gibi samuray açısından anlamsız ve onursuz bir silahtır.


Hidetora'nın kendisine saldıran Taru'nun samuraylarına karşı kılıcını çekerek saldırdığı bu sahnede kılıcın kırılması önemli bir ayrıntıdır. Kılıcın kırılmasına karşı Hidetora'nın şaşkınlığı da gözler önündedir. Daha önce belirttiğimiz gibi samuray kılıçları gayet güçlü bir çelikten yapılmaktadır ve kırılmaları çok güçtür. Diğer taraftan okumamız gereken başka  bir gerçeklik vardır. Miyamoto Musashi 17. yüzyılda yazdığı Beş Çember Kitabında¹: “Kılıç samurayın canıdır” deyişini kullanır. Çeviri olarak Shin, Kokoro yürek, can ya da Ruh olarak çevrilebilir. Japonya'da sıkça kullanılan bu deyim “Kılıç samurayın ruhudur” olarak söylenebilir. Sahne Hidetora'nın ruhunun kırılması, kaybolması şeklinde yorumlanabilir. Bunlarla beraber gökyüzünden bakan tanrıların görüntüsü aşağıdaki gibidir.

Hidetora'nın hizmetinde olan insanlar ele geçirilmektense, sonun geldiğini düşünerek hara-kiri yapmaktadırlar. Samuray ile halktan birinin kendini öldürme çabaları arasında Japonya'da anlam farkı vardır. Samuray'ın kendini öldürmesi seppuku, halktan birinin kendini öldürmesi hara-kiri olarak tanımlanır. Devam eden sahne içinde sadakat örneği olarak kadınların Hidetora'ya tüfekler karşısında etten duvar olmaları da gösterilebilir. Bu efendinin ne kadar önemsendiği ya da efendiye olan aidiyetin kişinin hayatından daha önemli olduğunun göstergesidir.

Hidetora 3. kaledeki odasına çekildiğinde savaş kaybedilmek üzerdir. Arkasında zırhı, boş kılıç kını ve her nasıl olmuşsa kaybolmuş olan küçük kılıcı ile şaşkın bakışlar arasında sanki bir tür meditasyon yapıyor edası ile bağdaş biçiminde oturmaktadır. Silkinerek kendine gelen Hidetora yapması gerekenin seppuku olduğunun farkına vardığında kılıçları yoktur. Etrafı arar ama kılıç bulamaz. Samuray kültürünü göz önüne aldığımızda bu sahne bir samuray için düşülebilecek en alt noktadır. An itibariyle ile kendisi için en onurlu olan ölümken bir samuray kendini öldürememektedir. Kırılan kılıcı ile beraber yitip gittiğini düşündüğümüz ruhu merdiven planı ile bağlanır. 


Bu plan kılıçsız bir kının merdivenlerden aşağı sürüklenişi ile başlar. Sanki Hidetora'yı sürükleyen bir kındır. Ruhunu kaybetmiş bir kın ya da bir beden olarak gösterilebilir


Hidetora'nın kaleden ayrılışı Japon kültürü açısından çok fazla şey ifade etmektedir. Bunu kısaca şu şekilde özetleyebiliriz. Samurayın elkitabında (HAGAKURE) şöyle geçer, “Grubu ve atı olmayan bir samuray, samuray değildir”. Hidetora'nın adamları öldürülmüş, atı alınmış bununla beraber kılıçlarıda yoktur. Hidetora artık dünyada yoktur

Hidetora Kyoami, Tango tarafından bulunur. Yine yeşil çayırlara döneriz. Sığındıkları ev Leydi Sue'nin gözleri görmeyen abisinin tepelerdeki evidir. Hidetora tüm hayatı boyunca yaptıklarının çemberinden bir de savunmasızca geçmenin sınavındadır. Gözleri görmeyen prens onları tanır ve içeri almak istemez ama ısrar eden misafirler içeri girerler. Prensin kibarlığı inanılmazdır. Beş çember kitabında şu cümleler ile özetlenebilir durum: …Öfkesizliktir. Düşmana…onur konuğu olarak davranmak demektir.”¹⁵ Prensin flüt çalması Hidetora'ya dayanılmaz acılar vermektedir. Herman Hesse'nin Boncuk Oyunu kitabında buna benzer bir anlatı mevcuttur: Ormanda tek başına yaşayan keşişin artık insanlara flüt çalmadığı, çaldığında ise insanlara inanılmaz duygular yaşattığı ve uykuya daldıkları anlatılır. Aynı zamanda flüt, Budizm açısından kutsal denebilecek bir ögedir. Badhi ağacından yapıldığı düşünülür.

Jiro'nun generalinin Taro'yu savaş meydanında vurmasından sonra Kaede'nin Jiro'nun mekanında karşılaşması, Kaede'nin inanılmaz oyunculuk performansı, Jiro'nun arzularına yenilmesi, Kaede'nin küçük bir kelebeği ezerken sesiyle inanılmaz acınası duygu oyunları yapması insanın/insanlığın geldiği noktaya güçlü bir göndermedir. Filmin bu kısmında iyi olarak tanımlayacağımız tüm karakterler güçsüzlüğün ve imkansızlığın içinde savunmasız bir haldedirler.

Tüm bunlar devam ederken Kyoami'nin tanrılara yakarması onları sorgulaması, Tango'nun ona karşı çıkışı insanlık olarak geldiğimiz bu noktanın bir kader mi yoksa insanlığın kendi beceriksizliğimi üzerine bir açılım sunar. Aslında Tanrılar bile bu durumda çaresizdir. 

Filmin sonunda Hidetora’nın ve Saburo’nun, batının trajedi anlayışından uzak bir şekilde ölmesi Japon kültüründeki ölümün sıradanlığından kaynaklanmaktadır. Artık her şeyin olup bittiği, kellelerin alındığı, insanların öldüğü, hükümranlığın son bulduğu anda karanlığı çöküşü ile birlikte, kardeşi tarafından bir uçurumun ucunda elinde Budha'nın resmi ile bırakılan kör prensimiz tedirgin bir şekilde yolunu yürümeye çalışmaktadır. Uçurumun ucunda düşme tehlikesi geçiren prens elinden budhanın resmini uçurumun dibine düşürür. Kurosawa bu resmi bize açık bir şekilde gösterir.

Kurosawa dile getirmek istediği insanın kendi yolunu çizerken hala insanlığın karanlığına gömüldüğüdür. İnsanlık hala insanın 3 temel zehrine boyun eğmektedir. Geleneğin getirdiği, atalara ait olan nezaket, deneyim, güzellik yok olup gitmektedir. Bu sadece insanın değişmesi değil bu bir ölümdür. Artık tanrılarda aynı azabın içindedir. Onlarda çıkardığımız savaş dumanlarının içinde parlaklıklarını kaybetmektedir. Kurosawa'nın diğer bir taraftan ilettiği tanrıların varlığından öte artık var olma ihtimallerinin bile insanlığın kara duygularının önüne geçemediğidir. Bu yüzden uçurumun dibinde kalan bir kağıt parçasından farksızdır. Aynı uçurum yolumuzun üzerindedir ve düşme sırası insanlığındır. 

¹¹ Görünmez Hedef , Uzak Doğunun 50 Savaş Hikayesi Derleyen Suavi Kendiroğlu, Yol yayınları S29 
¹² Satori : aydınlanma. Zen budist öğretinin kişiye vaat ettiği uyanış. Zazen uygulamasının amacı
¹³ Buddhist Symbolism in Akira Kurosawa's Ran. Nordin. Asian Cinema, Fall. S242
¹⁴ Beş Çember Kitabı- Miyamoto Musashi – Anahtar Kitaplar
¹⁵ Beş Çember Kitabı S17










Yazar: Cem Ulu

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kuklaların Dünyasına Yolculuk

Hollywood’un ve Yeşilçam’ın Küçük Çarkları: B Film ve Avantür Film Üzerine