Bir Yönetmen: Akira Kurosawa

 


         Akira Kurosawa samimidir:

Akira Kurosawa, “Kurbağa Yağı Satıcısı” adlı otobiyografi kitabını yazmaya karar verdiğinde yetmiş yaşını aşmıştır. Çoğu insanın yazarken tereddüt edeceği anılarını yazdığı bu kitap, Kurosawa’nın samimi anlatımıyla salt ve akıcı hale gelmiştir. Onunla tanışanlar bilir ki filmlerinde herkes kendinden bir şeyler bulur. Ana karaktere yakın hissetmiyor olsanız bile; bir anda ortaya kendini tanımaya kararlı bir samuray çıkar ve işte orada kendinizi bulursunuz. Yahut bir rahip ağlayarak ‘insanlara inanmak istediğini’ söyler ve siz de rahiple birlikte gözyaşlarınızı tutamazsınız.

Akira Kurosawa, kitabında kendini; korkak, cılız, sulu göz gibi sıfatlarla anlatsa da geçmişinin onun karakterinde iz bıraktığı ortadadır. Onu güçlendiren olaylara, kayıplara, kazançlara ve filmlere dair bilgileri bu kitaptan kolayca öğrenebiliyoruz.

Akira Kurosawa yaratıcıdır:

Japon toplumunun kültürel yapısı onun yaratıcılığında büyük rol oynamıştır. Japon mitolojisine, yaşadığı toplumun hikâyelerine, efsanelerine ve iniş çıkışlarına o kadar açık bir zihinle yaklaşmıştır ki Kurosawa, filmleri bizlere koca pervazlı bir pencereden ada ülkesi olan Japonya’yı görme fırsatı sunar.

Akira Kurosawa’nın ailesi; samuray soyundan gelen ve geleneklere bağlı babadan, tüccar bir ailenin kızı olan anneden, onu okul hayatında –aslında yaşadığı her anda- koruyup kollayan abisi Heigo Kurosawa’dan ve üç kız kardeşten oluşmaktaydı. Bir çocuğun doğduğu ilk sosyal çevre ailesidir ve çocuğun birçok karakteristik özelliği aile dolayısıyla gelişir. Şüphesiz Kurosawa’nın anne ve babası arasındaki sosyal çatışma onun karakter gelişiminde etkili olmuştur. Ancak Heigo’nun varlığı onu bu ve bunun gibi birçok olumsuzluktan korumuş ve güçlendirmiştir.

Ve Akira Kurosawa Yönetmendir: 

Onun yönetmenlik serüveni bir gazete ilanıyla başlar. Kurosawa gazetede gördüğü bu ilana başvurur ve yönetmen yardımcısı olur. Önceleri komedi filmleri ilgisini çekse, komedi filmlerinin setlerinde yer alsa da zaman içinde okumayı ve düşünmeyi seven Akira başka anlatılara yönelir.

Uyarlama senaryolarıyla epik sinemanın en önemli yönetmenlerinden biri haline gelen Akira Kurosawa; hikâyelerini toplumunun kabul edebileceği bir üslupla aktarır. Bunu; dünya edebiyatının en güçlü kalemlerinden Dostoyevski’nin ya da asırlarca yıl önce yaşayan Shakespeare’in uyarlamalarını yaparken bile incelikle ve zekice yapmıştır.  Filmlerinde yalın bir dil benimsediğinden mi, kullandığı çekim tekniklerinden mi, sinema anlatısına getirdiği yeniliklerden mi, yoksa filmin öncesi ve sonrası dâhil her anını kontrol etmesinden mi bilinmez, Akira Kurosawa dünyada da birçok yönetmeni etkilemiştir.



1. IKIRU (1952)

Yönetmen: Akira Kurosawa

Senaryo: Akira Kurosawa – Shinobu Hashimoto – Hideo Oguni

Görüntü Yönetmeni: Asakazu Nakai

Monoton bir yaşam süren Watanabe, kanser olduğunu öğrenir. İleri safhalarda olan mide kanserinin öldürücü olduğunu herkes gibi o da bilir. Ve artık “yaşamaya” başlar. Yaşamın ve canlılığın en güzel örneği iş arkadaşı Odagiri’dir. Watanabe onunla yakınlaşır ve zaman geçirmek ister. Yaşlı bir adamın bu hayat enerjisinin nedenini anlamayan Odagiri kendiyle alay edildiğini düşünür. Hatta daha ileri giderek bu yaşlı adamın kendiyle gönül bağı kurduğunu bile düşünür. Odagiri babası hatta dedesi yerine koyduğu Watanabe ile bir süre görüşmez. Watanabe ölümün soğuk nefesini ensesinde hissetmektedir. Ölümüyle herkes sarsılır. Baba-oğul arasındaki iletişimsizlik, insanın sahip olduğu sorumluluklar, sosyal yozlaşma, çıkarcılık gibi kavramların üzerinde duran film dirençsiz bir insanın bir fani olduğunu anladığı an kırılır ve dönüşmeye başlar. Doğduğu günden beri başka bir hayat süren Watanabe, ne miras bırakacaktır?

Hiçbir şey için diretmeyen hayatını çalışmaya adayan Watanabe’nin ardından cenazesinde söylenenler onun karakteri ve dönüşümü hakkında bilgiler de verir. Watanabe tüm birikimini, toplumdaki rolünü riske atmayı seçip bir bataklığı kurutmayı tercih etmiştir. Burada bataklık, bilinçli olarak toplum içinde “rolüne mecbur kalan insanın yozlaşmasını” imgelemektedir. Park yapılan yerde salıncağa oturup en çocuk, en doğal haline dönüşen Watanabe şarkı söyler.

Cenazede Watanabe’nin son zamanları için söylenenler, anlatan kişinin karakteri hakkında, onun yapısının zaafları olduğuna işaret etmektedir. Sonuçta hayatını değiştirmeye karar veren Odagiri, parkta gülerek oynayan çocuklar, rahatlayan kent sakinleri, seyirci, hepimiz biliriz ki Watanabe olmasaydı bunlar olmayacaktı.


 

 Ölüm haberi insanda yaşama arzusu uyandırır. Bu da bize geçmişimizden şu anımıza kadar sürdürdüğümüzün yaşam olup olmadığı sorusunu düşündürür. Ikiru’da da bu işlenmektedir; insanın en temel (yaşamda kazanma çabası) özelliğinden yola çıkarak elde ettiklerinin ne kadar geçici olduğunu aktarır. Oğluyla iletişimini düzeltme çabaları, gülme ve ağlama çabaları, eğlenip tüm benliğini hissetme çabaları Watanabe’yi dönüştürmüştür. İkinci bölümde ise Watanabe artık yoktur. Bürokratik meselelerin çirkinliği anlatılırken yozlaşmaya ve yaşamı ıskalamaya işaret eder film.

Sophokles “Kral Oidipus”ta (2010) şöyle der:

Ey baba kenti Thebai’nin halkı, görün işte

Oidipus,

ünlü bilmeceleri çözen adam

Bir başkasını bulamazdınız böylesine

güçlü olan

Mutluluğunu her yurttaşın kıskandığı

adam

Ne korkunç bir kaderin girdabına düştü.

Bu yüzden, beklemeli en son gününü, ve

dememeli ölümlü kimseye bahtiyar

acılar çekmeden hayatın hedefine

ulaşmadan önce o kimse.



2. RASHOMON (1950)

Yönetmen: Akira Kurosawa

Senaryo: Shinobu Hashimoto

Görüntü Yönetmeni: Kazuo Miyagawa

Akira Kurosawa’nın senaryosunu Shinobu Hashimoto ile yazdığı Rashomon (1950) filmi Ryunosuke Akutagawa’ya ait Rashomon ve Korulukta adlı iki öyküsünün uyarlamasıdır. Film öyküsü, yarattığı atmosfer ve akış olarak Kurosawa’nın bütün filmlerinde karşılaştığımız masalsı ve destansı yanı takınmaktadır. Sosyolojik olarak da başarılı bir uyarlama sayılabilecek filmde Japon kültürüne dair de fazlaca emare bulunmaktadır. 

Film boyunca karakterlerin hepsi karanlıkta kalmış bir olayın aydınlanması için teker teker sorgulanır. Bu noktada yaşanacak aydınlanma aslında olayın çözümünden ziyade içsel bir aydınlanma olacaktır. Bu sebeple bir sorgulama filmidir. Seyirci, sorgulamalar boyunca kişilerin; toplumdaki konumlarını, ahlaki değerlerini, yorumlama ve anlamlandırma biçimlerini tanır. Bu sayede de insanın ikircikli yapısına dair aydınlanır. Filmdeki her sorgu bize olaya dair daha büyük bilgiler verir. Karakterlerin psikolojik durumlarına dair edindiğimiz bilgiler ister istemez tanıklarla özdeşlik kurmamıza olanak sağlamaktadır. İyi ve kötü iç içedir. Bu öğretiyi benimseyen Japon kültürünün büyük izlerini taşır. 

Hikâyedeki karakterler inandırıcıdır. Rahip ve köylüye inanırız, onlarla özdeşlik kurarız, tecavüzcüye de inanır ve özdeşlik kurduğumuz için hayret ederiz. Bunun anlatının gücünden kaynaklandığını söylemeye gerek yoktur. Herkes kendince haklıdır. Bu sebeple denebilir ki tek bir doğru yoktur. Herkes kendi doğrusunu anlatmakta ve tıpkı yaşamdaki gibi bir karmaşa yaratmaktadır. İnsanın yaşama ereği anlamak ve anlaşılmak eğilimidir. Tüm bu sebeplerden sorulara verilen cevapların değişmesi kişinin karakterine dair bilgi verdiği kadar olmak istediği ve tercih ettiği yaşama dair de izler taşımaktadır. Çünkü bizler kendimizden bahsederken bir gerçeklikten bahsederiz. Bizi ne kadar yansıtmasa da olmasını istediğimiz olması gerekeni anlatırız. Buna benlik inşası denir. Film boyunca en dikkat çekici özellik şüphesiz ki budur. Benlik inşasında herkes gördüğü şekliyle bir yargıda bulunarak cevaplar verir. Doğruluğun izafi olduğuna dair son sekans ise tüm bu anlatılanları pekiştirecektir.

Hayatta temiz ve masum kalmak mümkün müdür? İnsanlara zarar vermek de en az gerçekleri saptırmak kadar kötü değil midir? İşte bu soruların cevabını ararken aslında yeni sorular da sorarız, “İyi nedir? Kötü nedir?” 



İyiliğe inanmak bizi ona ulaştırır mı? Yahut kötü olduğunu bilmeden yapılan hamleler bizi ne derece kötü yapar? İyiliğin ve kötülüğün, doğrunun ve yanlışın, görünenin ve görünmeyenin incelemesini felsefi bir açıdan ele almak mümkündür. Biliyoruz ki, inanmak kadar inanmamak da bir tercihtir. Düzen böyle işler. İnanç ve umudu gelecek güzel günleri temsil eden bir bebeğin kıyafetlerinin çalınması, belki de çocuğun hayatından daha birçoklarının gidebileceğini gösterir. 
Rashomon ülkesinde beklediği övgüyü alamaz. Ancak Venedik film festivalinde büyük ilgiyle karşılanır. Japon sineması için büyük bir yenilik olan bu başarı Kurosawa’nın nezdinde kültürünü ve toplumunu yücelten bir şeydir. Ancak Kurosawa otobiyografisinde Japon sinema eleştirmenlerinin bu başarı ile ilgili yorumlarından şu şekilde bahsetmektedir:
“Rashomon daha sonra da, En iyi Yabancı Film dalında Amerikan Akademi Ödülü’nü aldı. Japon sinema eleştirmenleri hala bu ödüllerin sebebini Batılıların Doğu egzotikliğe olan meraklarına bağlıyorlar O zaman da çok canımı sıkan bu yaklaşım şimdi bana korkunç görünüyor. Neden Japon insanları kendi değerlerinin bilincine varamıyorlar? Neden Batılı olan her davranışı göklere çıkarıp Japon olanları karalıyorlar? Utamaru, Hokusai ve Şaraku’nun tahta tabletlerle yazdıkları da, Batılılar keşfetmeden önce Japonların gözünde hiçbir anlam ifade etmiyordu. Bu kavram yeteneksizliğinin nasıl açıklanması gerektiğini bilmiyorum. Sadece kendi halkımın bu davranışları beni ümitsizliğe sürüklüyor.”


3. Seven Samurai (1954)

Yönetmen: Akira Kurosawa

Senaryo: Shinobu Hashimoto

Görüntü Yönetmeni: Asakazu Nakai

Bir köy halkı, Samuraylardan onları haydutlara karşı koruması için yardım ister. Samuraylar artık toplumda eskisi kadar değer görmemektedir. Haydutların zaten fakir olan bu köyü yağmalamasıyla, kadınlar, çocuklar ve ellerinde olan az yiyecek de tehlikeye girecektir. Samuray’ın ne olduğuna, nasıl olması gerektiğine dair doneler de barındıran film aslında bir insanın ölçütlerini ortaya koymaktadır. Karşılıksız iyilik yapmayı, birlik olmayı öğütler. 
Samuraylar bir kap yiyecek karşılığında canları pahasına köyü savunmaya karar verir. Samuraylık onurlu olmaktır. Akira Kurosawa da babasının samuray soyundan gelmesi dolayısıyla bu filmde onurlu samuraylık işinin artık ne durumda olduğunu göstermektedir. Çünkü başlangıçta yiyecek ve para olmadığı için birçok samuray köylüleri reddetmiştir.
Yaşlı ve şerefli samurayların işi kabul etmesiyle müthiş bir strateji başlayacaktır. 


       
         Saf ve ikircikli karakterler bulunan köylü/çiftçi sınıfı zeki ve direnen samuraylarla karakter açısından bir çatışma örneği sunar. Başlangıçta sunulan haydut-çiftçi çatışmasının dönüşümünde muhtaç olan çiftçidir. Muhtaç olunan da savaş stratejisi. Korkak köylü direnmekten de savaşmaktan da acizdir. Ancak yedi kişi bu aciz insanları birleştirecek ve direnmelerini sağlayacaktır.

Samuraylara karşı önyargıya samuray ile sevişen genç kızın babasında da rastlarız. Kız yaşayamayacağı duygularına ket vurmak istemez ve genç samurayla birlikte olur. Baba ise gezgin bir adamın eşi olmasını istemediği için kızına tepki gösterir. Filmin en güçlü yanlarından biri bu samurayların hepsini farklı bir yeterliliği olmasıdır. Biri komuta etmede, diğeri hızlı hareket etmede, diğeri gözü karalıkta, biri tez sadakatte… Hepsi bir şeyde üstündür. Sonuçta tüm bu başarılar köylülerin kazanmasının önünü açar. 

Karakter yaratımının üzerine Joseph Campbell Kahramanın Sonsuz Yolculuğu (2020, s.44) eserinde şöyle der: “Kahramanın başarılı macerasının sonucu, yaşamın dünyanın gövdesine akışının kilidini açmak ve onu serbest bırakmaktır.”

Sinema tarihinde yaratılan tüm karakter ekipleri Seven Samurai ile benzerlik göstermektedir. Ekibin herkese hitap edebilmesi tercih edilir.

Filmdeki kadrajlar ve senaryo ustaca yaratılmıştır. Hikâyeye hizmet eden görüntüler özellikle strateji olarak benimsedikleri köyün korunması için direndikleri sahnede etkileyicidir. Haydutlara karşı uygulanan savaş taktiği ‘öz direnişi’ gösterir.


4. Throne of Blood (1957)

Yönetmen: Akira Kurosawa

Senaryo: Akira Kurosawa – Ryûzô Kikushima - Shinobu Hashimoto

Görüntü Yönetmeni: Asakazu Nakai


Shakespeare’in eserlerinden Macbeth’in uyarlaması olan Throne of Blood, Japon halk hikâyelerinden beslenerek uyarlanmıştır. Macbeth’te cadıların büyü yaparak kehanetlerini sayması ile başlayan oyun, Kurosawa’nın filminde daha yerel bir hale getirilmiştir. Haberciler peş peşe gelip yaşananları anlatır. 



         Emirle yola çıkan Washizu ve Miki (orijinal metinde Macbeth ve Banquo) yakın iki arkadaştır. Geleceğe dair kehanetleri veren ise ormandaki kötü ruhtur. Kurosawa, orijinal metindeki üç cadıyı tek bir formda toplamıştır. İki arkadaş kehanetleri önceleri umursamaz ancak sonra kehanetler birer birer gerçekleşmeye başlar. Washizu zaafları olan bir karakterdir. Güç Washizu için her şey demektir. Eşi Asaji ise Japon Noh tiyatrosundan esinlenilerek yazılmış ve toplumsal değerlere örtüşür şekilde kurgulanmıştır. Noh tiyatrosu Japon sanatının en eski geleneklerinden birini taşıması ve imgesel anlatım tercih etmesi açısından çok özeldir. Asaji bu filmde maskesi olan ve manipülatif bir profille yansıtılmıştır. Orijinal metinde de Lady Macbeth aynı profilde yansıtılmaktadır. Asaji maske takan bir ruh gibidir. İntikamcı ve kötücüldür. Nitekim Washizu’yu ikna ederek arkadaşına zarar vermesini sağlar.
Kaderden kaçamama üzerine tüm inanışlarda önemli öğretiler vardır. Throne of Blood da bu konuda sözünü esirgemez. Washizu’nun büyük efendiyi ve Miki’yi öldürmesiyle başına gelecekleri engelleyememesi, kendinin oklara hedef olması kaçınılmaz olur. Washizu bir noktada hedef tahtası haline gelir.
Filmin zihnimizde yarattığı en önemli soru şudur: Geleceği bilmek mi, bilmemek mi mutluluk getirir?


5. Yojimbo – 1961

Yönetmen: Akira Kurosawa

Senaryo: Akira Kurosawa – Ryûzô Kikushima

Görüntü Yönetmeni: Kazuo Miyagawa

Çetelerden oluşan bir kasaba, 19. yy Japonya’sı, herkeste korku ve kaygı hâkim… Başıboş bir ronin kasabaya gelir ve herhangi bir efendiye bağlı olmayan bu samuray sayesinde kasabada değişiklikler başlar. 
İki ekibin liderleri Seibei ve Ushitora’nın devamlı atışma halinde olması kasabanın mizacını yavaş yavaş değiştirir. Kavgalar yüzünden insanlar evinden çıkmaz olmuştur. Ve tüm mekânlar yavaş yavaş kapanmaya başlar. Ölüm sessizliği kasabaya hâkimdir çünkü bu iki ekip devamlı birilerinin canını almaktadır. Seyirci bunu ilk planda roninin köye girişiyle birlikte hisseder. Kasabanın koruyucusu olması beklenen zabit, roninin iki ekipten birine girebilmesi için ona yardımcı olabileceğini söyler. Ancak bunun karşılığında rüşvet ister. Ronin bunu umursamadan kasabanın kapalı olan bir dükkânına girer. Dükkân sahibi acı içinde kasabanın eski güzel günlerinin bu iki ekibin tartışmasıyla kaybolduğunu anlatır.
Bu sırada ronin tüm bu durumları çözebilecek bir planı yapmaya başlar. Mezarcı ölümü çağırırken tekrarlı sesler çıkarır. Ronin bundan da etkilenir ve sokağa çıkar. Ekiplerin ikisinin de onu ekibine katmasını istemektedir. Onları ikna ettiğinde iki ekip de bu güçlü savaşçıyı kendi tarafına çekmeye çalışır. Ronin ikili oynayarak Ushitora ve Seibei’nin çetelerinde karışıklık yaratır. Ronin planlı bir şekilde Ushitora’ya kendi safında olduğunu hissettirir. Saldırı yapması için onu ikna etmeye çalışır. Çatışma sonucunda Seibei’nin ekibinden de Ushitora’nın ekibinden de bir sürü kişi ölür. Ronin bu savaşı bir direğin üzerinde oturarak seyreder. Kavga edenlerin aptallığına güler. Aşağı indiğinde çetelerden hayatta kalanlarını da kendisi öldürür. Kasabadaki çirkinliğin sebebi olan çeteler yok olduğunda artık daha güzel sesler yükselecekmiş gibi ronin kasabadan ayrılır.

        Sinema tarihinin ilk isimsiz karakterlerinden biri olması roninin önemli bir özelliğidir. Zira bu karakter kendini Kuwabatake Sanjuro olarak tanıtır. (Kuwabatake Sanjuro: Dut Bahçesi Otuz Üç). Diğer önemli özelliği de başıboş da olsa her insan istediği sürece işe yarardır.

        Akira Kurosawa doğduğu 23 Mart 1910 tarihinden, vefat ettiği 6 Eylül 1998 tarihine kadar 30 film yönetmiştir. Yalnızca Japon toplumu için değil, dünya sinema tarihi için de önemli biridir. Bıraktığı filmler birçok yönetmene ilham kaynağı olmuş; yönetmen, senarist, kurgucu, yapımcı gibi sıfatlarla sinemaya büyük katkılarda bulunmuştur. Geçmişte olduğu gibi gelecekte de ürettikleriyle hayret uyandıracak, hiç şüphesiz herkes tarafından saygıyla anılacaktır.




Kaynakça:
Cambell, J. (2020). Kahramanın Sonsuz Yolculuğu. (Çev. S. Gürses) İstanbul: İmge Kitabevi. (Orijinal basım tarihi: 1949)
Sophokles, Kral Oidipus (2010). (Çev. C. Çetinkaya). İstanbul: Bordo Siyah Yayınları. (Orijinal basım tarihi: t.y.)
Kurosawa, A. (2006). Kurbağa Yağı Satıcısı. (Çev. D. Egemen) İstanbul: Agora Kitaplığı. (Orijinal basım tarihi: 1984, 1998)

       

 

Yazar: Dilan Ayata

 


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Ran: Samuray Kültürü ve Zen Budizm Bakışından

Kuklaların Dünyasına Yolculuk

Hollywood’un ve Yeşilçam’ın Küçük Çarkları: B Film ve Avantür Film Üzerine