Satoshi Kon’un Gerçekliği: Perfect Blue ve Paprika Üzerine

 Satoshi Kon’un Gerçekliği: Perfect Blue ve Paprika Üzerine

 

Sübjektif olarak belirtmeliyim ki: Satoshi Kon gerçekten de inanılmaz bir yönetmen. Ürettiği eserlerin, sinema dünyasındaki insanlar üzerindeki etkisi gözlemlendiğinde bunu net bir şekilde görebiliriz. Satoshi Kon’un, mekânı ve zamanı olabilecek en yaratıcı şekillerde kullanan kurgusu, oluşturduğu kadrajlar ve seyircinin merak duygusunu daima tetikleyen, onları düşünmeye ve hayal güçlerini kullanmaya iten hikâye kurguları bu etkilere sebep olan en önemli unsurlardır. Kon’un, kırk altı yıllık hayatı boyunca yalnızca dört adet uzun metraj film üreterek böyle bir başarıya ulaşmasından da bahsedilmesi gerekir. Özellikle de bu dört filmin ilki olan Perfect Blue ve sonuncusu olan Paprika dikkat çekmektedir. Gelin de Satoshi Kon’un bu iki başyapıtı üzerine biraz konuşalım.

 Perfect Blue

Bin dokuz yüz doksan yedi yılında yayınlanmış olan Perfect Blue: Aktris olma hayaliyle İdol* yıldızlığını bırakmış olan Mima’nın hikâyesini anlatır. İdol grubundan ayrıldıktan sonra başına gelenler ise gerçekten korkutucudur. Mima’nın bir sapığı vardır. Onu devamlı olarak izleyen, mesajlar yollayan ve çevresindeki insanlara zarar veren bir sapık.  İnternet üzerinde kurduğu “Mima’nın Odası” adlı site ile de Mima’nın gün içerisinde ne yaptığını ve düşüncelerini, sanki Mima kendisi yazıyormuş gibi paylaşır. Bu durumu öğrenen Mima’nın psikolojisi büyük bir darbe alır. Kendisinin İdol olan hayali halini etrafta görmeye başlar. Bu İdol olarak beliren hayali, Mima’yı aktris olmak istediği için suçlar. Kendi kimliğine ihanet ettiğini söyler. Mima’nın aslında bir sahtekâr olduğuna, gerçek Mima’nın asla İdol olmayı bırakmayacağını söyler. Mima’nın hem internet sitesinde okudukları hem bu hayalin kendisi hakkında bulunduğu ithamlar hem de içerisinde bulunduğu film sektöründe uğradığı aşağılayıcı olayların birleşmesi ile birlikte de büyük bir kimlik bunalımı yaşamaya başlar. Bu süre zarfında da çeşitli cinayetlerin işlendiğine tanık oluruz. Mima’nın oynadığı dizideki karakteri için bir tecavüz sahnesi yazan senarist ve kendisinin zorla çıplak fotoğraflarını çeken meşhur bir fotoğrafçı dehşet verici şekilde öldürülür.- Bu sahneler gerçekten de çok sert. Bir animasyonda görebileceğiniz en vahşi ölüm sahneleri olabilir.- Peki bu kişileri kim öldürmüştür? Film senaristi öldüren kişiyi göstermez fakat fotoğrafçının öldürüldüğü sahnede net bir şekilde Mima’nın yüzünü görürüz. Hatta Mima’nın evinde, cinayeti işlerken giymiş olduğu kıyafetleri bile görürüz. Bu kanlı kıyafetleri gören Mima’da şaşırır. Yaptığının farkında değildir. Zaten onun için artık günlerin anlamı da yoktur. Filmin bu kısmında kurgu öyle bir noktaya gelir ki; neyin gerçek olup olmadığı birbirine girmiştir. Film boyunca devamlı olarak “ne oluyor ya” diyen seyircinin sorusu da finale doğru cevaplanır. Bütün bu cinayetlerin ve Mima’nın psikolojisini etkileyen olayların arkasında Rumi vardır. Rumi, Mima’nın ajanstaki menajeridir. Mima’nın ilk İdol olduğu zamandan beri onun yanındadır ve filmin sonuna doğru öğrendiğimize göre de kendisine kafayı takmıştır. Rumi’nin hayali de bir İdol yıldızı olabilmektir fakat bunun için önünde çok büyük engeller vardır. Rumi çirkindir. Rumi şişmandır ve Rumi pek de iyi şarkı söyleyemez. Fakat İdol olma hayaline sıkı sıkıya bağlıdır. Tıpkı Mima’nın aktris olma hayali gibi. Peki, Rumi bu hayali nasıl gerçekleştirmiştir? Kendisine bir persona yaratarak elbette. Meşhur bir İdol personası. Mima personası. Bu personayı o kadar benimser ki; Mima’nın adına leke süren herkesi öldürür. Senaristi, fotoğrafçıyı, ajanstaki baş sorumluyu ve bir süre kendi emelleri için kullandıktan sonra kenara attığı Mima’nın sapığı dâhil. Filmin son sekansına gelindiğinde ise Mima ve Rumi’nin yüzleşmesine tanık oluruz. Rumi, asıl kimliğini ortaya çıkartır. Mima şok olmuş bir şekilde bu olaya tanıklık eder. Seyirciler gibi. Daha sonrasında ise ikili arasında bir kedi fare oyunu başlar. Rumi, Mima’nın adını lekeleyen gerçek Mima’yı öldürmek için çabalar. Mima da canını kurtarmak için. Bu sekansın büyük bir bölümünde Rumi’yi, hayali İdol Mima olarak görürüz. Kendisi yolda seke seke ilerler, havada süzülür ve bir insanın yapamayacağı çeşitli hareketlerde bulunur fakat bunların hiçbiri gerçek değildir. Rumi’nin yarattığı persona o hareketleri gerçekleştirmektedir. Sekansın sonlarına doğru devam eden kovalamacada bir an aynadan yansıyan Rumi’nin gerçek halini görürüz. Terli bir şekilde, deli danalar gibi koşmaktadır. Bana göre film içerisinde gösterilmiş olan en etkileyici sahnedir de. Sekansın sonunda ise Rumi ve Mima kavgayı sürdürür. Mima, yanlışlıkla Rumi’nin İdol peruğunu kafasından çıkartır. Rumi, bu duruma çıldırmış gibi tepki verir. İdol kimliğini kaybettiği için kendini kaybeder. Peruğunu havada yakalamaya çalışırken de kendini ağır bir şekilde yaralar. Büyük bir acıyla kendini otoyola atar. Ezilmek üzereyken son anda Mima tarafından kurtarılır. Daha sonrasında da bir akıl hastanesindeki Mima’yı görürüz. Kendisi Rumi’yi görmek için gelmiştir. Bir süre sonra da hastaneden ayrılır. Arabasına doğru ilerlerken iki adet hemşirenin konuşmasını duyarız. Yanlarından geçenin gerçek Mima olup olmadığı konusunda tartışırlar. Arabasına binen Mima da bir an dikiz aynasına bakar ve gözlüklerini çıkararak “Evet. Gerçek Mima benim” der ve credits akmaya başlar.

Satoshi Kon’un ilk uzun metraj filmi olmasına karşın gerçek bir başyapıt olduğunu düşündüğüm bir film Perfect Blue. Kimlik bunalımı ve kişilik bozukluğu gibi bir konuyu kısa bir sürede ve çok detaylı bir şekilde ele alıyor kesinlikle. Aynı zamanda filmi kaplayan atmosferinin gergin olarak oluşturulması da çok başarılıydı. Özellikle müziğin etkisinin bu kısımda çok önemli olduğunu düşünüyorum. “Virtula Mima” parçasını her duyduğumda içimdek
i paronaya gün yüzüne çıkıyor. Filmin sonuna kadar hiçbir şekilde açık, masmavi bir gökyüzü görülmüyor oluşumuz da filmin hikâyesini destekleyen bir unsur. Mima’nın artık kim olduğunu bildiğini, kimlik sorunlarının üstesinden geldiğini göstermenin çok hoş bir yolu. Filmin en güçlü olduğu kısım ise kesinlikle kurgusu. Özellikle sahne geçişlerindeki bağlantılar o kadar yaratıcı ki; herhangi bir live action filmde görülemeyecek keskinlikte ve hızda gerçekleşiyor bu geçişler. Satoshi Kon da bu sebeple live action bir film yönetmek istemediğini söyler. Kurgusunun çok hızlı olduğunu ve bu hızı animasyon dışında yakalamanın çok zor olduğunu dile getirir. Gerçek ve hayal arasındaki ince çizgiyi de zaten bu hızlı kurgu şekillendirir.

Paprika

İki bin altı yılında yayınlanmış olan Paprika: DC Mini (Dream Catcher Mini) isimli bir alet sayesinde insanların rüyalarının, diğer insanlarla paylaşılabildiği bir dünyada geçiyor. Filmin ana karakteri olan Paprika da bu DC Mini aletini geliştiren şirkette çalışan Chiba Atsuko’nun oluşturduğu bir persona. Bu personayı da DC Mini ile etkileşim halinde olan insanlara yardım etmek için kullanmakta. Filmin başında öğreniyoruz ki bu DC Mini aleti psikoterapi gören bazı hastalar üzerinde kullanılmakta fakat daha tam olarak piyasaya sürülmüş bir ürün değil. Kısa bir süre sonra da öğreniyoruz ki DC Mini’nin üç adet prototipi şirketten çalınmış. Bu sorunu çözmesi için de şirket Chiba’yı görevlendiriyor. Chiba, DC Mini’nin mucidi olan Tokita ve kendilerinin üstü olan Shima ile birlikte araştırmaya başlıyorlar. Ellerindeki en güçlü şüpheli ise Himuro. DC Mini üzerinde çalışmış fakat daha sonrasında şirketten ayrılmış olan bir bilim adamı. Bu esnada da karakterlerimizin çevresinde gariplikler baş göstermeye başlıyor. İlk olarak Shima, gördüğü bir rüya sebebiyle farkında olmadan intihar etmeye kalkışıyor. Diğer karakterler de aslında bir rüyanın içinde olup olmamak konusunda çelişkiler yaşıyor ve bu durum film boyunca devam ediyor. Bir süre sonra Himuro yakalanıyor fakat onun da DC Mini tarafından kontrol altında olduğu öğreniliyor. Daha sonrasında bunlara sebep olan asıl kişinin şirketin başkanı olduğu ortaya çıkıyor. Rüyaları kontrol ederek inanılmaz bir güce ulaşmayı hedefleyen başkan, planını öğrenen Paprika’yı yakalıyor. Başkanın sağ kolu Osanai tarafından işkence gören Paprika, Dedektif Kogawa tarafından kurtarılıyor. Dedektif Kogawa da filmin açılışında gördüğümüz bir karakter. Kendisi, geçmişinde yaşadığı büyük bir travma sebebiyle psikoterapi gören bir hasta. Paprika da ona bu yolda yardım eden kişi. Kogawa tabii ki de Paprika’ya âşık fakat onun sanal bir persona olduğundan bihaber. Kogawa, Paprika’yı kurtardıktan sonra da Başkanı ve Osanai’yi durdurmak için kolları sıvıyorlar. Tokita ve Shima’nın da yardımıyla birlikte elbette. Bu süre zarfında da DC Mini’nin etkisi bütün dünyaya yayılıyor. İnsanların rüyaları, dünyanın içerisinde var olmaya başlıyor. Şehrin içerisinde ilerleyen upuzun ve rüyalardan oluşan bir geçit töreniyle birlikte bu duruma şahit oluyoruz. Görsel olarak inanılmaz bir sekans burası. Daha sonrasında ise Paprika, Chiba ve ekibinin Başkan’ı durdurmasını izliyoruz. Bu mücadele esnasında da en önemli değişim Kogawa üzerinde oluyor. Kendisinin travmasının asıl sebebinin ne olduğunu burada öğreniyoruz. Film boyunca hep sinemadan nefret eden bir adam olarak kendinden bahsediyor Kogawa. Aslında durum bunun tam tersi. Lise yıllarında, en yakın arkadaşıyla birlikte bir film çekmeye çalışıyor Kogawa fakat hiçbir zaman bu filmi tamamlayamıyor. En yakın arkadaşına söz vermesine rağmen. Daha sonrasında bu en yakın arkadaşı film okulunu kazanıyor. Kogawa ise polis oluyor. Fakat kısa bir süre sonra Kogawa’nın en yakın arkadaşı hayatını kaybediyor. Bu olayın etkisiyle de Kogawa büyük bir travma yaşıyor ve sinemadan hoşlanmamaya başlıyor. Film izlemekten çekinir hale geliyor. Bu sorununun üstesinden de Osanai’yi bir silahla vurarak ve arkadaşıyla çekmek istediği filmin final sahnesini canlandırarak geliyor. Filmin son sahnesinde de zaten Kogawa’yı bir sinema bileti alırken görüyoruz.

Paprika gerçekten de ilginç bir film. Her anlamda çok özgün bir eser. Görsel olarak inanılmaz çeşitli, çok renkli ve capcanlı bir evrene sahip. Canlı bir rüyanın nasıl olabileceği çok güzel bir şekilde filme aktarılmış. Müzikler için çok önemli bir parantez açmak istiyorum. Bu filmin müziklerini besteleyen kişi Susumu Hirasawa. Japonya’da bin dokuz yüz yetmiş dokuz yılında kurduğu P-Model isimli elektronik / prograsif / deneysel rock grubu ile tanınmış biri. Bin dokuz yüz doksan yedi yılında yayınlanmış olan Berserk isimli anime için bestelediği müzikleriyle birlikte de asıl ününe kavuşmuş ve dünyaca bilinirlik kazanmış biri. Paprika için bestelediği müzikler de ününe ün katan parçalardan. Filmin temelini oluşturan rüya temasına o kadar uygun eserler ki ortaya koyduğu… Kendisinin önünde eğilmekten başka bir şey yapamam. İnanılmaz bir müzisyen. Özellikle bu film için bestelediği “Parade” isimli eseri gerçekten de bir rüyanın dışavurumu gibi. Bir de filmin muazzam açılış sekansında çalan “Girl İn Byakkoya” isimli parçasını da anmadan geçmek istemiyorum. Eserlerini dinlemenizi şiddetle tavsiye ediyorum.  

Peki, bu Perfect Blue ve Paprika arasında hiç benzerlikler yok mu? Tabii ki var. Gelin biraz onlardan da bahsedelim.

Öncelikle iki filmde gerçekliği ve onun tam zıttını ele alıyor. Bu zıt dediğim kavram iki filmde de farklı. Perfect Blue’da, Mima’nın kimlik bunalımının ortaya çıkardığı bozuk bir gerçeklik söz konusu. Paprika’da direkt olarak rüyalar bu zıtlığın yerine oturuyor. Bu iki zıtlığın ortak noktası ise: İkisinin de bir dış güç sebebiyle ortaya çıkıyor oluşu. Mima’nın kimlik bunalımını ve paronayasını tetikleyen kişi Rumi. Paprika’da ise DC Mini aletinin kötüye kullanımına sebep olan Başkan tetikliyor bu zıtlığı. Hatta bu iki film arasında bir bağlantı kurmak adına; Paprika’nın bir sahnesinde Paprika şöyle bir cümle kuruyor: “Rüyalar ve İnternet çok benzer değil mi?”. Ben bunu, Perfect Blue’ya bir gönderme olarak algılıyor ve bu iki film arasında bir benzerlik kurmak adına kullanıyorum. Hatırlarsınız ki Mima’nın psikolojisini bozan en önemli etmenlerden biri de sapığı tarafından, Rumi’nin yardımıyla oluşturulan “Mima’nın Odası” isimli internet sitesiydi. Paprika’da da rüyaların farklı şekillerde kurgulanarak insanların zihnine yüklenmesi durumu mevcuttu. Her ikisi de insanların psikolojisiyle oynayan, onları gerçeklikten uzaklaştıran durumlar. Aynı zamanda müziğin de aynı şekilde kullanıldığına inanıyorum. Mima’nın kendini ve çevresini anlamlandırmaya çalıştığı sahnelerde ve özellikle final sekansında çalan “Virtual Mima” parçası ile geçit töreninin bulunduğu sahneler ve rüyaların, gerçek dünyayla bir olduğu sekansta çalan “Parade” isimli parçaların da teknik olarak benzer anlamlar içerisinde kullanıldıklarını düşünüyorum.

Satoshi Kon’un sıklıkla kullandığı, karakterin yüzüne yakın plan girdiği ve karakterlerin gözlerine odaklandığı çok fazla plan var. Özellikle de Paprika’da. Bunun da bir imza olduğunu düşünüyorum. Aynı zamanda Paprika’nın içerisinde hikâyeye hizmet eden de bir durum bu. Rüyaların içerisinde bulunan karakterlerin gözleri devamlı olarak değişiyor. Bazen renkleri bazen de boyutları sıklıkla değişiyor. Bu durum da seyirciye garip bir rahatsızlık veriyor aslında. İki filmde de gergin bir hava mevcut aslında. Perfect Blue için bu normal bir durum fakat Paprika’nın rengârenk ve parlak dünyasının içerisinde böyle bir gerilim gerçekten de harika bir dokunuş.   

Toparlamak gerekirse: Animasyon mediumu içerisinde, kendi tarzını çok başarılı bir şekilde eserlerine yansıtan, çok kendine has bir sinemacı Satoshi Kon. Eserlerini izlerken gördüklerim ve hissettiklerim gerçekten de harika deneyimlerdi. Hem gözümü hem de kulağıma hem de zihnimi şenlendirdi eserleri. Tıpkı iyi bir sinemacıdan beklendiği gibi.

Yazar: İlker Yıldız

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Ran: Samuray Kültürü ve Zen Budizm Bakışından

Kuklaların Dünyasına Yolculuk

Hollywood’un ve Yeşilçam’ın Küçük Çarkları: B Film ve Avantür Film Üzerine